Saat 02:53. Uyuyamadım çünkü dünyanın adaletsizliği karşısında öfke doluyum. Öfkem içimi yakıyor, eritiyor. Bir sağa bir sola dönüp durdum saat 23’den beri. Aslında tam uykuya dalmıştım ki kedim sağolsun uyandırdı. Bir daha da uyuyamadım.
Sabah iş var, yoğun bir gün olacak ve bende zerre uyku yok. Çok öfkeliyim ve kırgınım. Dünyanın düzenine kırgınım, insanlara kırgınım, kurduğum hayallere kırgınım. En çok da kendime kırgınım. 32 yıllık hayatımda dünyayı farklı bir yer sandığım, insanları daha farklı algıladığım için. Oysa bu yıllarda ne kadar çok farklı insanla tanıştım, çalıştım. Kendi kültürümden, farklı kültürlerden.. Ancak sanırım görememişim, algılayamamışım insanlığı. Bu da mı benim hatam? Sanırım öyle…
Sanki zaman ilerledikçe karanlığa doğru daha hızlı gidiyormuşuz gibi hissediyorum.
Son zamanlarda çok fazla ego ile yüzleşmeye başladım. Sanki karşımda bir birey bir insan yok ancak ego ayaklanmış elleri kolları çıkmış ve konuşmaya başlamış gibi. Ben şaşırdıkça düşünüyorum da ne kadar normalleşmiş egonun ayaklanması insanlar için. Hadsiz cümleler sohbet içine yerleşmiş, en güzel koltuğu kapmış. Kim bilirdi insanlığın böyle bir şey olduğunu, dünyanın da bu insanlığın varoluşuna izin verdiğini. Kalbim çok kırık.
Saat 03:03 oldu. 10 dkda bu kadar yazabilmişim. Çalışma masamın karşısında şu yazı asılı:
Tanıdığım en güzel insanlar, yenilgiyi, acıyı, mücadeleyi ve kaybı yaşamış olan ve diplerden çıkış yolunu bulmuş insanlardır. Güzel insanlar öylece ortaya çıkmaz, onlar oluşurlar.
Canım güzel insanlarım. Hepsini çok özlüyorum. Hayatımda o kadar çok güzel insan var ki. Sadece yanımda değiller ve ben çok yalnız hissediyorum. Hepsi yurtdışına yerleşti ben ise Türkiye’ye dönmek zorunda kaldım. Hayatımda ilk kez yalnızlığı derinlemesine hissediyorum. Canımı yakıyor.
Artık güzel insanlarla karşılaşamıyorum. Belki bu da benim hatamdır, ben açmıyorumdur kendimi. Ancak deniyorum, gerçekten deniyorum. Sonra bakıyorum karşımda bir insan yok, ego var. O anda uzaklaşmak istiyorum, güzel insanlarımın kollarına koşmak. Ne var ki çok uzaktalar.
Ben de sanırım güzel bir insanım. Hayata karşı olan sabrım ondan geliyor. Yoksa çoktan giderdim. Çok da zevk almıyorum zaten di mi?
Saat 03:08 oldu. Buzdolabının sesi kesildi. Sadece oğlumun ( fransız bulldog ) horlama sesi var etrafta. Ne kadar da huzurlu bir ses. Bana hayattan vazgeçtiğim anlarda, hayattaki güzel şeylerin varlığını hatırlatıyor.
Öfkemi bir türlü atamıyorum ve öfke bedenimi yiyor. Gerçekten kemiriyor her yerimi. Bazen öfkeden titremeye başlıyorum. Bazen de bir yerleri yumruklayalım geliyor. Yeniden ergenliğe girmiş gibiyim. İyi de ben ergenliği böyle geçirmedim ki! Bu da nereden çıktı şimdi!
Anlamlandıramıyorum. En çok kendimi. Varlığımı, bedenimi, düşüncelerimi, karakterimi. 20li yaşlarda çok severdim kendimi. Çılgındım, başarılıydım. Şimdi ise kalifiye olmayan insanlarla aynı statüde çalışan biriyim. Belki böyle yazmam itici oldu. Biraz da ben açık konuşayım.
Çılgınlık… Şu an yapacağım en büyük çılgınlık başka eve taşınmak olur heralde. Hayatım çok durağan. Nasıl geçecek bu durağanlık bilmiyorum. Umudum kalmadı.
Umut demişken; acaba ben yeniden aşık olacak mıyım? Hayatımda tek aşık olduğum adam, diğerlerini aşk sanmışım, değilmiş, öldü. Boğazımda bir düğüm. Ağlayamıyorum, gözyaşları içime akıyor. Bunu da anlamlandıramadım.
Anlamlandıramadığım o kadar çok şey var ki. Mesela ölüm. Sonra yaşam. Sonra insanlar ve karakter yapıları. Neden biz üstün ırkız, ya da gerçekten öyle miyiz? İnsanlar neden başka canlıların ölmesini ister? Başka birini bile bile kırdığında insan bundan nasıl bir zevk alıyor? İntihar nasıl bir düşünce? Uçaklar nasıl uçuyor? İnsanlar nasıl uçaktan korkmuyor? Tuvalete girdiğinde klozet temiz olmasına rağmen sifon çeken insanlar? Yazın bot giyen insanlar? Tuvalet kağıdını arkadan sarkıtan insanlar? Ve daha nicesi….
Comments