Öncelikle, “Dakikada 15 de neyin nesi?!” diye soracak olabilirsiniz. Bunun cevabını yazıyı okurken bulacak ve sonrasında bana hak vereceksiniz, eminim.
Şimdi gelelim güneşin şehri Barselona’ya ve nimetlerine… Barcelona’ya hayatımda iki kez gittim, haziran ve temmuz aylarında. Şimdi sizlerle iki ziyaretime ait notlar ve fotoğraflar paylaşacağım.
İlk olarak şehrin uluslararası dokusundan ve havasından bahsetmek isterim. Şehirde yaşamak için İspanyolca ya da Katalanca bilmeye gerek yok. İngilizce konuşabilin yeter. Her on kişiden en az 4-5i yabancı. Benim gittiğim mevsimin tatil dönemi olması bu oranı daha da arttırıyordu tabi. Ancak şehirde yaşayan halkın da büyük kısmı Avrupa’nın farklı ülkerinden gelme. Çoğu insan seyahat diye gelip, bir daha dönememiş. Hatta tanıştığım bir Belçikalının durumla ilgili yorumu şu: “ Biliyorum Belçika’ya dönsem bundan 3 kat daha fazla kazanacağım, ancak işten çıkıp sahile sangria içmeye gidecek şansım olmayacak. Burada mutluyum ve en önemlisi de bu.” Böyle konuşmaları hatırladıkça ve bizim mutlu olmak için aşmamız gereken vize vb. engelleri düşününce, insanın içi burkulmuyor değil. Hele ki dış ilişkilerimiz giderek daha da rezalet bir hal aldıkça…
Bu yüzdendir ki şehirde yabancı hissetmenize imkan kalmıyor. Zaten herkes yabancı ve siz yabancılar toplumusunuz. Harika bir duygu! Bu konu ile ilgili İspanyolların düşüncelerine girmeyeceğim zira onlar pek memnun değil. Tanışıp, konuşma fırsatı bulduğum birkaç İspanyol rahatsız olmadıklarını söyleseler ve turizme katkısını büyük olarak nitelendirseler de aldığım duyumlar tam tersi yönde.
İkinci olarak ise; şehrin yakışıklı erkeklerinden bahsedeceğim. Barselona’ya giden her bir türk kadını gibi ağzım açık izledim. Bundan da utanmıyorum, utanmayacağım. Güzele bakmak sevaptır sonuçta değil mi?! Bir önceki paragrafta bahsettiğim gibi şehir yabancı kaynıyor, eh gelin görün ki bunun en güzel sonucu da her göze hitap edecek çıtır çıtır çocukları… Esmerinden, sarışınına… Şehrin havasından, suyundan mıdır nedir bilemeyeceğim, ancak şehirde yaptığım ufak bir gözlem(!) gösteriyor ki; her 15 dakikada önünüzden geçen ortalama yakışıklı sayısı 45. Kızlar, size tavsiyem bekar olarak gitmeniz.
Benim için şehrin en önemli iki detayından bahsettikten sonra şehri genel hatları ile anlatabilirim sanırım. Tabi ki en keyifli noktalardan biri ile başlayacağım: Barceloneta! Uuupuzun bir plaj. Şehrin merkezinde yer alan, şehrin en uzun plajı. Yerel halk burayı denizi kötü diye tercih etmese de, yabancıların güneşlenmek adına gözde mekanı… Uçakta tanıştığım bir İspanyol, Barceloneta’ya boşuna gitmeyin fazla kalabalık diyerek, ufak koyları önermişti. Ancak sabah kahvaltıdan sonra öğlene kadar şehrin göbeğinde güneşlenip, sonrasında kolayca kültür turu yapabilmek… Sanıyorum ki bir turist için beklentiden fazlası. Plaj gerçekten de çok kalabalık, denizi ise kötü. Şimdi bizim Göcek’in denizinden sonra her yeri beğenmek çok da kolay değil ama bence burası ortalamanın da altında.
Şehrin bir mimarı var ki… Barselona’yı anlatıp onu anlatmamak olmaz. Şehrin dokusu sayesinde oturmuş, kimlik kazanmış. Hepinizin bildiği isim: Gaudi. Kendisi Art Nouveau akımının öncülerinden, şehri Barcelona yapan mimar… Nereye baksak izine, imzasına rastlıyoruz. Art Nouveau’nun güzelliği mi, yoksa Gaudi imzasının ve tarzının güzelliği mi emin olamadan, hayran kalmış bir biçimde, ağzım açık izliyorum. Renkler, tekstür, kimlik… Alice Harikalar Diyarı’nda gibi hissettiriyor.
Barselona 2000 yılı geride bırakmış bir kent ve özene bezene derler ya, o şekilde içinde Gotik, Barok gibi farklı tasarımları barındırıyor. Mimari o kadar güzel şekillenmiş ve kendi dokusunu oluşturmuş ki, ilgisi ve bilgisi olmayan bir insan bile farkı hissedebiliyor. Aslında bu da şu bilgi ile destekleniyor: “Barselona mimarisi Rönesans’ı tam olarak yaşamamış ve kendi Rönesans’ını yaratmış. Adını da Modernista koymuş. “ Böylelikle de standartın dışına çıkmış, kendi kimliğini oluşturmuş.
Şehrin ufak tefek önemli noktalarından bahsedeceğim. Bir kere her zaman olduğu gibi kendinizi sokaklarda kaybetmelisiniz. Burası da sokaklarda kaybolmalık bir şehir kesinlikle! Old Town’a girip ara sokakları keşfedebilir, şehrin güzel balkonlarını, sokaklarını, eski binalarını fotoğraflayabilirsiniz. Bu bile sizi mutlu etmeye yetecektir!
Aklınızda olsun, konaklama seçerken Old Town’da kalmaya özen gösterin. Zira gününüze aşağıdaki manzara ile başlamak sizi farklı hissettirecektir. La Rambla yakınlarında kalmak da ulaşım açısından kolaylık sağlayacaktır.
La Rambla
Şehir merkezinin en işlek caddesi La Rambla, Catalunya meydanı ile Sahil şeridini birleştiriyor. Eğer gününüze benim yaptığım gibi, Barceloneta plajında başlayıp, öğlen sangriası sonrası kültür turuna devam etmek isterseniz, tarifiniz aşağıda :
Malzemeler;
Rahat bir ayakkabı/terlik
Güneşi seven bir bünye
Fotoğraf çekebilen bir araç
En az 1 lt su
Uygulama;
Barceloneta’dan çıkar çıkmaz, Joan De Borbo caddesi istikametine doğru gidiyorsunuz, ve sahil ile caddenin birleştiği noktada Buenas Migas adlı kafede hemen bir sangria molası veriyorsunuz, çünkü “this is mediterrranean life!” Sangria molasından hemen sonra Joan De Borbo caddesi üstünde şehir içine doğru yürümeye başlıyorsunuz. Bu cadde, üstünde birçok restoran bulunduruyor. Öğlen yemeği için akdeniz mutfağını tercih ediyorsanız, doğru yerdesiniz. Caddenin sonundaki büyük meydandan Passeig de Colom caddesi istikametine doğru 2 çıkıştan çıkarsanız ya da hafifçe(!) soldan devam ederseniz, yolun sonu sizi Kristof Kolomb anıtına götürecek, burası da La Rambla’nın başladığı nokta…
Önemli not: Sahil şeridinde ilerlerken güzellikleri(!) fotoğraflamayı unutmayınız!
Daha sonrasında ise sırayla La Rambla, Palau Güell ziyareti, Catalunya meydanı ve Passeig de Gracia caddesi üzerinde ilerleyerek Casa Mila ve Casa Battlo’yu ziyaret edebilirsiniz. Bu tur zaten en az bir gününüzü alacaktır.
Bir sonraki günde; sizi, aynı plaj ritüelinden sonra 2. çıkıştan Passeig de Colom’a değil de Via Laietana’ya alıyorum. Caddenin iki tarafı da gezilmeye değer, bu yüzden bolca zaman ayırıp Barselona sokaklarını keşfetmelisiniz. Tavsiyem bu bölgeye en az 2 gün ayırıp altını üstüne getirmeniz! Bu arada Picasso Müzesini de gezmeyi unutmayın! Gazınızı alamazsanız da, ünlü Sagrada Familia’ya doğru yürüyebilirsiniz.
Daha sonrasında ya da öncesinde, muhakkak ama muhakkak yarım gününüzü Park Güell’e ayırın derim. Eşsiz güzellikte harika bir yer… Buraya yürüyün demeyeceğim, zaten metrodan indikten sonra da uzun bir süre yürüyeceksiniz. ^^
Şehrin önemli meydanları; hem gezip görmelik hem de durup İspanyol usulü meydanda içip eğlenmelik olanlar ve çoğu Old Town’da bulunuyor. Reial Meydanı (Plaça Reial) ise en gözdelerinden biri…
Faşizm maalesef bu güzelim şehri de vurmuş. Buranın da Yahudi Mahallesi var tabi ki… Hele öyle bir nokta var ki, duvarlarda kurşuna dizilmiş çocuklardan kalan mermi izlerini görüyorsunuz. Bu yazıda bu konuya girmek istemiyorum.
Yazımı bu şekilde bitirmek istemezdim ancak maalesef dünyanın gerçekliği bu ve tarih gerçekten de tekerrürden ibaret…
Buraya kadar okuduysanız ne güzel, teşekkür ederim ve yazıyı da burada bitiririm.^^
Comments